Julian
Barnes'la devam, zira kendisinin “siyasal taşlama” türündeki
novellasını ikinci kez, yine büyük bir zevk ve şaşkınlıkla
okudum. Çok farklı bir Julian Barnes var karşımızda. Flaubert'in
Papağanı, Bir Son Duygusu ve Korkulacak Bir Şey Yok'un okurla
sohbet halindeki yazarı bu kez araya epey bir mesafe koymuş.
Kişisel alandan çıkıp politikaya üstelik kendi ülkesinden çok
uzak ve çok farklı bir coğrafyanın sorunlarına dalmış ama hani
bizde “ciğerini bilmek” diye bir deyim vardır ya işte
karakterlerini öylesine içeriden anlatmış ve bana kalırsa çok,
çok şaşırtıcı bir performans sergilemiş.
Flaubert'in
Papağanı romanında, Flaubert'in edebiyat anlayışını aktarırken
“Üslup temanın bir işlevidir. Üslup, bir roman konusuna zorla
kabul ettirilemez, tersine ondan doğar. Üslup düşüncenin
gerçeğidir. Doğru sözcük, gerçek ifade, yetkin cümle her zaman
“orada” bir yerdedir; hangi aracı kullanırsa kullansın,
yazarın görevi bunların yerini saptamaktır.” diyen Barnes,
Oklukirpi' de bunun çok güzel bir örneğini veriyor. Adını
bilmediğimiz Doğu Bloğu ülkelerinden birinde, Sovyetler
Birliğinin dağılmasıyla birlikte komünist rejimin yerini
kapitalizme bırakmasının ve yönetimin demokratikleşmesinin
ardından 33 yıldır yönetimde olan eski liderin adalet önüne
çıkartılmasını anlattığı romanda tema tarafından yaratılan
bir üslup ve kurgu görüyoruz.
Eski
komünist partili ve şimdi demokrasi savunucusu olan hukuk profesörü
Petro Solinski, başkan Stoyo Petkanov ile kişisel bir hesaplaşma
anlamına da gelecek bu davada savcılık yapmaya gönüllü olur.
Ama eski başkan kolay lokma değildir. Savcı suçlamalarını
destekleyecek delil bulamazken Başkan ve eski çalışanları her
iddiaya kılıf uydurmakta gayet “başarılı” dırlar.
“Politbüro'nun eski üyesi, Ventsislav Boyçev. Eski başkan tarafından oğluna verilen dolarların eğitim amacına yönelik olduğunu, bu paranın genç adamın teknolojiye ilgisini özendirmek için verildiğini savundu. Oğlunun bu parayı niçin bir Kawasaki'ye ve bir BMW'ye harcadığı sorulduğunda ise, Bay Boyçev ülkenin savunma kapasitesini arttırdıklarını, çünkü motosikletçiliğin hala askeri hizmetlere elverişli bir spor olduğu yanıtını verdi. Oğlunun niçin yaygın olan Sovyet yapımı modellerden almadığı sorulduğunda, Bay Boyçev, kendisinin bir sürücü belgesine sahip olmadığını ve bu konuda daha fazla fikir yürütecek kadar bilgisi olmadığını söyledi.”
Julian
Barnes'ın diğer kitaplarında gördüğümüz alaycılığa varan
ironi kullanımı Oklukirpi'de zirve yapıyor. Davayı TV'den izleyen
gençler; Vera, Atanas, Stefan ve Dimitri, duvarından Lenin'in
portresini indirmeyen nine, Tuğgeneral Ganin, muhalif Kovaçev,
başsavcının karısı Maria Solinski, ellerinde tencereleriyle
sokağa dökülen kadınlar, tabi ki eski başkan ve başsavcı,
kısacası karakterlerin her biri de bu iç acıtan komedinin bir
parçası oluyor.
“Herkes nelerin olup bittiğini biliyordu, herkes bunları o zaman da biliyordu. Ne var ki, kendisi gibi kimseler bütün bu işleri yürüten adama karşı bir dizi suçlama yöneltmeye çalıştığında sanki bu türden hiçbir şey olmamış gibiydi. Ya da daha doğrusu olan bitenler sanki bir bakıma normalmiş gibiydi ve bu yüzden de neredeyse bağışlanabilirlerdi. Çılgın zamanlarda bile normalliğin suç ortaklığı söz konusuydu.”