Dünyadan
biraz uzaklaşmak iyi gelir diye uzun zamandır okumak istediğim
bizden romanlardan -Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Saatleri Ayarlama
Enstitüsü, Hamdi Koç'dan Çıplak ve Yalnız, İhsan Oktay
Anar'dan Puslu Kıtalar Atlası ve Alper Canıgüz'den Tatlı
Rüyalar- küçük bir liste yapmıştım ama bu kadarını
beklemiyordum. Birbiriyle pek bir alakasız gibi görünen
kitaplar tam da aradığım o P330 dalgası oldu.
Tatlı
Rüyalar Alper Canıgüz'ün sanırım ilk romanı. Onu Oğullar ve
Rencide Ruhlar, Gizli Ajans, Alper Kamu, Cehennem Çiçeği takip
etmiş. İyi çalışılmış ama doğallığıyla bunu bir o kadar
iyi gizlemeyi başaran romanın ilk cümlesiyle birlikte
okuru yakaladığını ve hızla sona doğru sürüklediğini
söyleyebilirim. Yani kapağındaki “Psiko-absürd, Romantik,
Komedi” tanımlaması hiç de abartı değil.
Tarihi
eser kaçakçılığından kazanılan üç milyon doların peşine
düşen kahramanlarımız ki içlerinde annesinden miras eski bir
fotoğrafa ait hikayeden ve umutlarından başka bir şeyi olmayan
yarı Türk yarı Fransız Hector Berlioz; gazeteye verdiği ilanla
hayatının bir bölümünü satmak isteyen Hamit
Alemdar; rüyalarında sürekli başka birinin hayatını izlemek
zorunda kalan ve kurtulamadığı bu durumdan bir şekilde
yararlanmayı kafasına koyan Şevket Hakan Tuncel; ne aşkta ne de
akademik hayatta aradığını bulamamış psikoloji Profesörü
Olcayto Fişek, sevgilisine verdiği sözü tutmak için başkalarının
rüyalarını kullanan Panş ve diğerleri yani Nalan, Hüseyin Bey,
Piç Okan, Tatar... Kimisi bilerek kimisi bilmeden bir valiz dolusu
paranın peşinde başka alemler arasında geçiş yapan acayip
karakterleri, fiille biten güzel kısa cümleleri, canlı anlatımı,
merak duygunuzu sürekli uyanık tutan, kurgusu ve eğlenceli
diyalogları bu romanı okunmaya değer kılan özelliklerden sadece
birkaçı.
Alper Canıgüz,
tüm o macera ve gizemin arasına Psikoloji Profesörü Fişek ile
öğrencileri, Hakan Tuncel ve Panş arasında geçen diyaloglarda,
rüyalar ve bilinçaltı, belki biraz kuantum, ortak düşler derken
tabi ki yeniden ama yine son olmayan Freud ve psikanalizin içinden
çıkılamayan, bitmeyen problemlerine de epeyce yer vermiş. Bu
tartışmaları okurken bir yandan da Tanpınar'ın, Saatleri
Ayarlama Enstitüsü'ünde zavallı Hayri İrdal'ı psikanalizin
kollarına atışını ve onun insanın içini acıtan çırpınışını
düşünmeden edemedim. Belki gerçekten ihtiyacımız olan şey
sadece anlaşılmak ve azıcık da şefkat. Ya da belki de artık
psikolojiyi ve Freud'u bir yana bırakıp kısaca “Düşlüyorum
öyleyse vardır” dememizin vakti gelmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder