Orijinal
adı Bouvard et Pécuchet olan roman, ilk basımından yüz on yıl
sonra Tahsin Yücel'in çevirisiyle Can yayınlarından çıkmış.
Flaubert bu romanı, daha önce bahsettiğim Yerleşik DüşüncelerSözlüğü ile birlikte yayımlamayı düşünüyormuş ama tam olarak bitirmeye ömrü yetmediğinden ölümünden
sonra ikisi ayrı kitaplar halinde basılmış. Tahsin Yücel romana
yazdığı önsözde, Bilirbilmezler'in izlerine, Flaubert'in ilk
hikâyelerinde, hatta Bir Delinin Anıları, Duygusal Eğitim ve
Madam Bovary'de bile rastlanabileceğini söylüyor.
“Ama Bilirbilmezler'in oluşumunun Flaubert'in bütün yazarlık yaşamını kaplamasının en belirgin ve en önemli sonucu onun duyarlığını, alaycılığını, umutsuzluğunu, en yalın, en doğru, en iyi biçimde yansıtan yapıt olmasıdır; bir başka deyişle Bilirbilmezler, Flaubert'in yapıtlarının en “flaubertce”sidir.””
Okuma
fırsatı bulursanız muhtemelen ilk fark edeceğiniz şey yazarın
böyle bir roman için müthiş bir hazırlık yapması gerektiği
olacak. Üstelik 1874'de bilgiye erişimin şimdiki kadar kolay
olmadığını da düşünürsek bu kitabı yazmanın
güçlüğünü tahmin etmek bile zor.
Roman
orta yaşlarını geçmiş iki adamın bir yaz günü dinlenmek için
aynı banka oturmalarıyla başlıyor. İkisi de yazıcılık işi
yapan Bouvard ve Pécuchet'ın dostlukları farklı karakterlerine
rağmen hızla ilerliyor. Bir süre sonra da Bouvard'a kalan mirasla
hayallerini gerçekleştirme fırsatı yakalıyorlar. Şehirden
ayrılıp satın aldıkları çiftliğe yerleşiyor, tarımla
uğraşmaya başlıyorlar. Romanın yazımındaki güçlüğün
nedeni de bundan sonra ortaya çıkıyor. Bouvard ve Pécuchet, sonu
gelmez merak ve öğrenme azimleri ile ki biz buna maymun iştahlılık
diyoruz, bir alandan diğerine atlarken, Flaubert'in bu romanı
yazabilmek için tarım, kimya, tıp arkeoloji, tarih, edebiyat,
kadınlar, yerbilim, felsefe, din, manyetizmacılık, siyaset, din ve
daha birçok alanda derin bilgi sahibi olduğunu anlıyoruz ki bence
bu Flaubert söz konusu olduğu için pek sürpriz sayılmaz.
Yazılışının üzerinden 134 yıl geçmesine rağmen herkesin kendinden bir şeyler bulacağına eminim. Bouvard ve Pécuchet'nin,
kafe açma, bir sahil kasabasına yerleşme hayalleri kuran, yemek
kurslarından şarap tadımına, salsa'dan tango'ya, pilatesten
zumba'ya koştururken, iki ayda italyancayı halledip, fransızca
kursuna başlayan bizlerden tek farkları çok daha derin ve anlamlı
dertlerinin olması. Sonbaharda asma budamayla başlayan bahçecilik
kariyerimi balkona taşıdığımı söylemiştim o yüzden çabaları çok tanıdık geldi. Aramızdaki yaş farkını saymazsak ordan burdan okuyup duyduklarıyla çifçilik
yapmaya başlayan Bouvard ve Pécuchet'dan hiç farkım yok. Sadece
bahçecilikle bitse iyi, ortak noktalarımızı anlatmaya kalksam
sayfalar sürer.
“Bilginin her türlüsünü eş değerli olarak görür, düzeysiz yapıtlarla gerçek araştırma ve düşünce ürünlerini aynı kefeye koyar, hatta daha çok düzeysiz yapıtlardan yararlanır, inançla bilgiyi, kuramla uygulamayı, gündelikle ülküseli birbirine karıştırır, bu kargaşa içinde, her şeyden önce beylik bilgilere, ucuz genellemelere bağlanarak sorunun özünü gözden kaçırır, konuların yüzeyinde çelişkiden çelişkiye sürüklenip dururlar.”
diyor
Tahsin Yücel. Bu fikre pek katılamadığımı söylemek zorundayım.
Bana kalırsa Flaubert'in kahramanlarının çabası ve yanılgıları
ne kadar komik olursa olsun kullandıkları kaynaklar o gün ve hatta
bugün için de gayet geçerli kaynaklar. Mesela felsefe için
Descartes, Locke, Berkeley, Spinoza, Rousseau ve daha pek çoğunu
okur, her konunun fazlaca derinlerine inerler. Bence Flaubert'in
göstermeye çalıştığı daha baskın olan bir başka sorun var.
Bouvard ve Pécuchet'ın öğrenme azimleri her defasında bir yere
gelir takılır. Her konuda bilgi sahibi olmaya çalışsalar da bir
gariplik vardır. Başlangıçta kitaplarda okuduklarının
doğruluğundan emindirler. Ama uygulamaya geçtiklerinde durum
değişir. Aynı konuları farklı uzmanlardan öğrenmeye çalışır,
hiçbirinde aradıkları kesinliği bulamazlar. Teoriyle pratik
çelişir, en popüler teoriler bir başkasıyla çürütülür.
Sorunun kendi yetersizliklerinden kaynaklandığına inanıp daha
derin araştırmalara girişirler. Ama bulabildikleri tek şey
uzmanların hemen hiçbir konuda görüş birliğine varamadığı,
kesin, çürütülemez ya da değişmez bilginin var olmadığıdır.
Rousseau'nun Toplum Sözleşmesi'ni okumaları çok eğlencelidir
mesela;
“Sözleşmenin kanıtı nerede?”
“Hiçbir yerde! Topluluk güvence de vermiyor. Yurttaşlar yalnızca politikayla ilgileneceklerdir. Ama meslekler de gerekli olduğundan, Rousseau köleliği öneriyor. Bilimler insan türünü yıkmıştır. Tiyatro yoldan çıkarır, para ölümcüldür ve devlet ölüm tehdidiyle bir dini benimsetmelidir.”
Nasıl! Demokrasinin babası bu muymuş, dediler.”
Yine
önsözde;
“Ama gerek bedensel görünüşleri, gerekse davranışlarıyla daha baştan gülünç olan bu iki kişinin bilgilenme çabalarında da gülünç olmaları biraz da bilgi kaynakları gülünç olduğu içindir. Örneğin doktor Vaucorbeil, Pécuchet'nin bir konuşmasını dinlerken onun delirdiğini sanır; oysa Pécuchet Berkeley'in düşüncelerini yinelemektedir.”
Tahsin
Yücel'in Berkeley'i gülünç bulduğunu sanmıyorum. Flaubert de
öğrenmeye çalışan kahramanlarını küçümsemiyor, belki biraz
hayalcilikleriyle dalga geçiyor o kadar. Mesela ilahiyatla
ilgilenirken kardinal olma hayali kurmalarıyla ya da iki yetim
çocuğu himayelerine alıp eğitmeye çalıştıklarında olduğu
gibi;
“Çok güzel bir düşleme daldılar: Öğrencilerinin eğitimini iyi sonuçlandırırlarsa, ileride anlığı düzeltmek, kişiliklere egemen olmak, yürekleri soylulaştırmak amacıyla bir kurum açacaklardı. Şimdiden katılım ödentilerinden ve büyük bir yapıdan söz etmeye başlamışlardı.”
Flaubert,
Yerleşik Düşünceler Sözlüğü'nde, Bir Delinin Anıları'nda,
Bilirbilmezlerde ve aslında romanlarının çoğunda burjuva
ahlakının önyargılarıyla savaşıyor. Çağının edebiyatını,
bilimini, ahlak anlayışını, siyasi yapısını ama daha çok
düşünce ve akıl yürütme biçimini nasıl gördüğünü
anlatıyor. Tahsin Yücel'de, “ ... belirli düşünceleri,
belirli inançları, belirli davranışları gülünç düşürmek”
ister diyor. Flaubert'in Bilirbilmezler'i yazmaya hazırlandığı
sıralarda, 'En sonunda hıncımı dile getirecek, kinimi kusacak,
saframı dökecek, öfkemi fışkırtacak kızgınlığımı
akıtacağım' demesi bundandır.” cümlelerini aktarıyor. Bir Delinin Anıları'ında da bu öfkenin erken yaşlardaki izlerine
rastlarız. Hatta tam da Bilirbilmezler'in özetini buluruz;
“Demek ki insanın etrafında sadece karanlıklar vardır;her şeyin içi boştur ve o sabit bir şey ister; bu devasa belirsizlikte kendi kendine yuvarlanır ve durmak ister; her şeye tutunur ve her şeyi eksiktir:Vatan, özgürlük, iman, Tanrı, erdem; bunların hepsini almıştır ve bütün bunlar elinden düşmüştür;kristal bir bardağı elinden düşüren ve sebep olduğu parçalara gülen bir deli gibidir.”
Bouvard ve Pécuchet'in komik hikayesinden bu yüzyılda
bile, aslında özellikle bu yüzyılda öğreneceğimiz çok şey
var.
“Ne düşündüğümü bilmek istiyor musun? dedi” Pécuchet. Kenterler azgın, işçiler kıskanç, papazlar aşağılık olduğuna, halk da burnu yemlikten çıkmamak koşuluyla bütün zorbaları bağrına bastığına göre, Napoléon çok iyi etti! Süngülesin, ayaklar altında çiğnesin, sürü sürü gebertsin! Doğruluk düşmanlığına, korkaklığına, laçkalığına, körlüğüne az bile !”
Bouvard, “İlerlemeymiş, amma da palavra! diye düşünüyordu. Sonra ekledi: “Politika tam bir pislik.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder